Şehzade eğitimi, 600 yıllık bir iktidara başarı kapılarını açan anahtarlardan belki de en mühim olanıdır. Hükümdarlar, devletin ve milletin istikbaline yön veren birincil şahsiyetler olduğundan Osmanlı’da her bir sultan adayının yetiştirilmesi büyük bir titizlikle gerçekleştirilmiştir.
Bugün başarılarını, fetihlerini ders kitaplarında okuduğumuz, kişiliğiyle ve kültürüyle bizlere örnek olmuş hemen her hükümdarın iyi bir eğitimden geçtiğini, tarihe düşünceleriyle yön vermiş hocalar tarafından yetiştirildiklerini söylemek yanlış olmaz. Birkaç örnek verecek olursak; Büyük Selçuklu’ya en parlak devrini yaşatan Melikşah’ın hocası meşhur “Siyasetname”nin yazarı Nizamülmülk’tür. İstanbul’un fethini gerçekleştirmiş, halkına adaletle hükmetmiş Fatih’in hocası ise ahlâk eğitiminden tıbba birçok farklı alanda eser vermiş Akşemseddin’dir. Osmanlı’ya o muhteşem devri yaşatan Kanuni Sultan Süleyman’ın hocaları arasında da Şeyh Yahya Efendi ile Ebussuud Efendi’yi hürmetle zikretmek isteriz. Bugün bu hükümdarların büyüklüğünden bahsediyorsak bunun sebebi yalnızca iyi birer savaşçı olmaları değil, kendilerinde bulunan cevherin doğru eğitimle harmanlanmış olmasıdır.
ŞEHZADELİK KURUMU
On beş ve on altıncı yüzyıllarda Anadolu beyliklerinde ve Osmanlı’nın kuruluş yıllarında erkek çocuklarına “Çelebi” unvanı verilirdi. Görgülü, terbiyeli, olgun ve bilge manalarına gelen bu unvanın ileride devleti yönetecek olan hükümdar adaylarına verilmesi ince ve manidar bir detay olmakla birlikte şahsiyet eğitimine verilen değerin de ispatlarındandır. Şehzadelik ise çelebiliğin devamı, ilerleyen yıllardaki adlandırılışıdır.
Osmanlı Devleti’nde şehzadelerin ilk eğitimi sarayda başlardı. Annelerinin ilgisi yanında her şehzadeyle özel olarak ilgilenen dadılar ve kalfalar vardı. Beş altı yaşlarına gelen şehzadeler için ise bir hoca tayin edilerek yetiştirilmelerine büyük bir özen gösterilirdi. Şehzadelerin eğitime başlaması da “Bed-i Besmele” adı verilen törenlerle kutlanırdı. Bu törenlerde tüm devlet erkânı bulunurdu ve Şeyhülislam şehzade için dualar ederdi. Böylelikle çocukluktan itibaren şehzadeler okumanın, bilmenin, yetişmenin değerine sevgi ve saygıyla bağlanırlardı.
Şehzadelerin eğitimi, 10-12 yaşlarına kadar sarayda devam ederdi. Bu süreçte Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma, Arapça, Farsça, tarih, coğrafya gibi ilimlere ek olarak avcılık, ok atma, cirit gibi sporlara da iyi derecede hâkim vaziyete gelirlerdi. Edebiyat ve güzel yazı yazma sanatının da incelikleri bu eğitimler arasında yerini alırdı. Nitekim tarihe baktığımızda Osmanlı’da altı dil bilen, robotik bilimiyle ilgilenen, at biniciliğinde üne sahip olan padişahların yanında kendi mahlasıyla şiirler yazan, divanlara sahip olan, hat sanatıyla meşgul olan, besteler yapan, marangozluğa hâkim olan birçok sanatçı padişah da yetişmiştir. Aldıkları derslerin böylesine çeşitli olması ve her bir derse ayrı alaka gösterilmesi şehzadelere kendini tanıma olanağı sunmuş, iyi birer savaşçı olmanın yanında ayrı ilgi alanlarında uzmanlaşmalarını sağlamıştır. Mesela, Şehzade Selim, kitap okumaya düşkünlüğü ile meşhurdur. Hatta bu yüzden gözlerinin bozulduğu ve tarihte gözlük kullanan ilk padişah olduğu rivayet edilir.
Şehzade Süleyman ise “Muhibbî” mahlasıyla iki binin üzerinde şiir yazmış ve devrin en önemli şairlerinden övgüler almıştır. Şehzade Beyazıd ise binicilikte nam yapmış ve bu sebeple “Yıldırım” lakabıyla anılmıştır.
Şehzadeler böylesine donanımlı yetiştirilirken dinî ve ahlâkî terbiyelerine de daima öncelikli özen gösterilmiştir. Öyle ki kendilerine “Sofu” diye hitap edilen şehzadeler dahi vardı. Seneler sonra ise nice fetihler ve zaferlerle cihana hükmederken diğer yandan ibadetlerini hassasiyetle eda eden, Rabbinin karşısında kul olarak acziyetini her daim muhafaza eden, maneviyatları kuvvetli hükümdarlar olacaklardı. Osman Gazi’den itibaren her padişahın yanında devrin en önemli manevî şahsiyetlerinin olmasının da elbette dinî ve ruhî şahsiyetlerinin inşasında tesiri büyüktür.
TAHT HAZIRLIKLARI
Şehzadeler, saraydaki eğitimlerini tamamladıktan sonra Şehzade Murad’dan itibaren başlayan gelenek ile yönetim tecrübesi kazandırılması gayesiyle Bursa, Bolu, Manisa, Konya, Kütahya, Aydın, Amasya, Trabzon gibi sancaklara, “Sancakbeyi (Vali)” olarak gönderilirlerdi. Yanlarında da kendilerine yöneticilikle ilgili yol göstermesi için “Lalalar” bulunurdu. Sancaklar, şehzadelerin aldıkları eğitimleri uygulamaya başladıkları ve buralardan seferlere katılarak savaş tecrübesi de edindikleri, ehemmiyeti büyük olan merkezlerdi. Bu sancaklar arasında en çok padişah yetiştiren sancak Manisa’dır. Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad gibi tarihte iz bırakmış birçok padişah Manisa’da yetişmiş ve buradantahta çıkmıştır.
ŞEHZADELER İÇİNDEN BİR SULTAN
Şehzadeler sancaklarda yönetim ve askerî olarak eğitilirken manevî eğitimleri de ihmal edilmezdi. Nitekim Molla Hüsrev, Molla Fenari ve Şeyh Akşemseddin’in manevî tesiriyle yolunu çizen Şehzade Mehmed, ana dili Türkçe’nin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbranice’yi kusursuz şekilde konuşuyordu. 15. yüzyılda devletin başına gelen Fatih, altı dil bilen ve her alanda bilgiyle donatılmış bir hükümdardır. Hükümdarlığı süresince de âlimleri ve bilim adamlarını yanından hiç ayırmamış, onlarla sık sık istişarelerde bulunmuştur. İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmet’in en büyük dostu ve yol göstericisi Akşemseddin olmuş, tüm hayatına nüfuz ederek müthiş katkılar sağlamıştır.
Burada ilerleyen yaşlarında Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duasına mazhar olacak, kutlu fethi gerçekleştirecek Fatih Sultan Mehmed’in küçük bir şehzade iken hocasıyla yaşadığı kalplerimizi ısıtacak anısına uzanalım:
“Şehzade Mehmet biraz haşarı ve hareketli bir çocuktu. Hocası Akşemseddin’in öğütlerini dinlemez sınıfta yaramazlık yapmadan durmazdı. Uyarılara karşı ise ‘Ben padişah oğluyum, ne istersem yaparım.’ gibi cevaplar verirdi. Akşemseddin bu durumdan muzdarip ne yapacağını bilemezken utana sıkıla Sultan II. Murad’ın huzuruna çıkıp olanlardan bahsetti. Sultan bu durum karşısında Akşemseddin’e, Şehzade Mehmet’e ders verme fikrinden bahsetti ve nasıl yapacaklarını anlattı. Akşemseddin her ne kadar sultana saygısından dolayı gerçekleştirmek istemediyse de ilime, hocaya olan hürmeti baş tacı yapmış olan II. Murad onu ikna etti ve plan şöyle uygulandı; Akşemseddin ve talebelerin sınıfta olduğu bir vakitte aniden Sultan Murad içeri girdi. İzinsiz dersi böldüğü için ona hiddetle bağıran hoca efendi karşısında cihana hükmetmiş bir devletin padişahı başını öne eğerek özürler diledi ve dışarı çıktı. Plan müthiş işlemişti. Hocanın önünde babasının bile baş eğdiğini gören şehzade, o günden sonra hocasına ve hocalarına itaati, hürmeti hiç bırakmadı.”
SANCAK SİSTEMİ DEĞİŞİYOR
Sancağa çıkma usulünde Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren değişiklikler yaşandı. Kanuni’nin oğlu şehzade Beyazıd’ın isyan etmesinden sonra sadece veliaht şehzade olan oğul sancağa gönderilmeye başlandı ve bu tarihten sonra da yalnızca Manisa şehri sancak olarak kaldı. Veliaht olarak sancağa atanan şehzade dışında geriye kalan şehzadeler ise Topkapı Sarayı’nda gözetim altında bir hayat yaşamaya başladılar. III. Mehmed, sancağa çıkan son şehzade oldu. Nitekim kendisi tahta geçince hiçbir şehzadeyi sancağa göndermedi ve ondan sonra da başa geçen I. Ahmed, sancak sistemini kaldırarak Ekber ve Erşed kaidesi adı altında kafes sistemini getirdi. Sisteme göre artık eyaletlere gönderilmeyen şehzadelerin sarayda ayrı bir dairede ikamet etmeleri, sakal bırakmamaları, çocuk sahibi olmamaları gibi kurallar getirildi. Yönetim tecrübesinden yoksun bir şekilde yetişen şehzadelerin kafes sistemine maruz bırakıldığı bu süreç, devleti olumsuz etkilese de İmparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir.
Bir hükümdar yetiştirilirken gösterilen özenin tüm inceliklerini yazımıza sığdırmamız mümkün olmadığı hâlde şehzade eğitim sisteminin ne denli titizlikle gerçekleştirildiğine, devlet idaresi öğretilirken fikrî eğitimlerinin de mükemmel bir şekilde sürdüğüne tekrar tekrar dikkat çekmek isteriz. Osmanlı gibi birçok millete barış ve huzur ortamı sağlamış, tarih sahnesinde çok uzun yıllar varlığını korumuş bir imparatorluğun sırrı şüphesiz ki sadece kılıç başarısında değildi. Okumayı, araştırmayı, gelişmeyi hiçbir zaman bir kenara bırakmayan Rabbine kulluğunu unutmadan tebaasına adalet ve merhametle muamele eden hükümdarların varlığıydı.
Durup geriye baktığımız bu kısa molanın ufuklarımıza dokunması, özümüzdeki incelikleri görme imkânı sunması temennisiyle.
1 “Osmanlı’da Şehzade Eğitimi”, Doç. Dr. Cevdet Kırpık
2 “Osmanlı’da Şehzadelik Kurumu: Şehzadeler Nasıl Yetişirdi?”, Yrd. Doç. Dr. Uğur Kurtaran
3 Somuncubaba Dergi, Sayı 204, İsmail Çolak