Pazar, Mayıs 18, 2025

Ebû Ubeyde b. Cerrâh’a (Radıyallahu Anh) Mektup

Şevval Sarıtan

Paylaş

Ey kendisine nebiler nebisi Muhammed Mustafa’nın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Emînü’l-ümme” diye seslendiği yiğit komutan,

Müslüman olduktan sonra dayanılmaz işkencelere maruz kaldın. Hicret ettin yurdundan, vatanından, senin bildiğin ne varsa ardında bırakıp Rabbin için düştün yola. Yiğittin, cesurdun. Sen ki adım attığın toprakları emin kılandın. Sen ki Uhud’da Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek yüzüne batan miğfer parçasını dişlerinle çıkartırken, iki ön dişini feda edendin. İslam ordusu dağıldığında Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanından ayrılmayan on dört kişiden biriydin. Kumandandın. Mekke fethedildiğinde Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) önünden şehre girdin. Sen ki biricik Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebu Bekir’den (Radıyallahu Anh)  ve Ömer’den (Radıyallahu Anh) sonra en çok sevdiği kişiydin.Henüz bu dünyadayken cennet çağırıyordu seni, tıpkı bugün Gazze’deki çocukları çağırdığı gibi.

Ey Ebû Ubeyde,

Bugünlerde Gazze’den cennete giden yol çok kalabalık!

Anne babalar, bebekler ve çocuklar, dedeler ve nineler, amcalar ve kuzenler, hatta masum hayvanlar dahi hepsi cennete koşuyor.

Hani Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştu: “Müminler birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve birbirlerine şefkat göstermede bir vücut gibidirler. Bir uzuv rahatsız olsa diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona ortak olurlar.”

Ey Ebû Ubeyde,

Şimdi soruyorum sana, nerede bize uykusuzluk ve hararette ortak olacak müminler; ümmet nerede? Ruhlarımız semavi ülkelere doğru kanat çırparken yeryüzünde bıraktığımız bedenlerimiz hakikati haykırmıyor mu? Sesimiz yeterince gür çıkmıyor mu yoksa?

Uhud’da olduğu gibi terk edildi Okçular tepesi. Oysa şimdi bir Ebû Ubeyde gerek bizlere. Şartlar ne olursa olsun terk etmeyecek Okçular tepesini. Öyle bir yiğit…

Allah’a sonsuz hamd-ü senâlar olsun ki O, plan bozucuların en hayırlısıdır. O, bir avuç müminin yakarışlarını duydu; dualarına icabet etti.

On dört asır evvel bir Ebû Ubeyde vardı. On dört asır sonra yine bir Ebû Ubeyde var!

O, Ebû Ubeyde ki dünya bizi değiştirse de onu değiştiremedi. Tıpkı senin gibi. Hani Kudüs-ü Şerif’i fethettiğinde Hristiyan din adamları şehrin anahtarını sana vermek istememişlerdi de Ömer’e (Radıyallahu Anh) vermişlerdi. Sen ise tek kişinin bile sığmakta zorlandığı o mütevazı çadırındaydın. Ömer’de (Radıyallahu Anh) koşarak yanına gelmişti anahtarı sana teslim etmek için ve seni orada gördüğünde gözyaşlarına hâkim olamayarak şöyle demişti: “Ey Ubeyde, dünya hepimizi değiştirdi ama seni asla değiştiremedi.”

Evet, on dört asır evvel bir Ebû Ubeyde vardı. On dört asır sonra yine bir Ebû Ubeyde var. Öyle ki bizim yapamadığımızı o yaptı. Bir duruş sergiledi önce. Yalnız olsa da bildi ki, İbrahim (Radıyallahu Anh) de tek başına bir ümmetti. Azın çok olduğunun künhüne varmıştı. Lâ’dan İllâ’ya bir yol düşürmüştü önce, enkazını görebilmek için putların. Dalga dalga büyüyüp coşkun seller gibi akmıştı hakikat ummanına. Kendi dirilişini seyretmişti önce; benliğinin yanıp kül olduğuna; küllerinden yeniden var olduğuna şahit olmuştu. “Eşhedü” demişti; “Ben şahidim” ve en yakınından başlayarak duyurmuştu diriliş muştusunu tüm âleme. Eğer inanırsak, gevşeklik göstermezsek, ne olursa olsun çalışmaya devam edersek, zaferin mutlaka bizim olacağını müjdelemişti.

Haklıydı da.

Zira zafer inananlarındı.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir