İnsanoğlunun dünya ile tanışması Âdem’in (Aleyhisselam) bir anlık zellesi sebebiyle yeryüzüne inmesiyle başlamıştır. O gün bugündür herkes bir imtihanda ve kulluk yarışındadır. Âlemlerin Rabbi, kurtuluş reçetesi olarak üsve-i hasene olarak yarattığı Fahri Kâinat Efendimize uymayı emretmiştir. Peygamberin Ashabı gibi O’nunla birlikte yaşamak şerefine nail olamasak da sözlerini hayatımıza tatbik ederek biz de nasibimizi alabiliriz. Bu yazıda Allah Resulünün bir tavsiyesini dinleyelim ve istifade edelim.
Abdullah b. Ömer anlatıyor: “Peygamber omuzlarımdan tuttu ve bana, ‘Ey Abdullah, dünyada bir garip veya yolcu gibi ol!’ buyurdu.”1 İmam Buhari hadisi buraya kadar naklederken diğer rivayetlerde hadis şöyle devam etmektedir: “Ve kendini kabir ehlinden say.” Hadis-i Şerifi İmam Buhari (ö. 256) “el-Câmiu’s Sahih” isimli kitabının “Rikâk” bölümünde, Tirmizi (ö. 279) ve İbni Mâce (ö. 273) ise “Sünen” kitaplarında “Zühd” başlığı altında nakletmiştir.
Rikâk; yumuşak kalpli ve şefkatli manasına gelen rakîk kelimesinin çoğuludur. Bölüme “Kitabu’r Rikâk” ismi verilmesi, ihtiva ettiği dünya ve ahiret ile ilgili hadislerin gönüllerde rikkat yani incelik oluşturması sebebiyledir.2 “Kitabu’z Zühd ve’r Rekâik” bölümleri Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabının ve Tabiinin ibadet, ihlas, tevazu, kanaat, tevekkül ve dünya sevgisi gibi konularla ilgili hadislerinden oluşur.
Peki, Allah Resulünün bu Hadis-i Şerifte tavsiye ettiği “Bir garip ya da yolcu gibi olmak!” ne demektir? Garip; memleketinden ve ailesinden uzak kalmış kimselere denir. Yolcu ise yakın bir anlam ifade etmekle birlikte garipten farkı şudur ki garip kimse gurbette iken kendine kalacak bir yer ve çevre edinebilirken yolcu bunlardan da mahrumdur. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bazen benzetme yoluyla sözlerini söyler ve bu şekilde muhatabının zihninde daha kalıcı olmasını sağlardı. Bu Hadis-i Şerifte de asıl vatanına, sevdiklerine özlem duyan garip kimseyi ve varacağı yeri düşleyerek yoluna oyalanmadan devam eden yolcuyu örnek vermiştir.
MİSAFİRLİĞİN KISA OLANI MAKBULDÜR
Allah Resulü başka bir hadisinde kendisini de ağacın altında dinlenip yola devam eden bir yolcuya benzetmiştir. O hâlde dünya bir misafirhane, hayat Rabbe giden bir yol ve insan da bu yolun yolcusudur. Ancak yolcu olmak yetmez; yol doğru değilse hedefe ulaşılmaz, gidişat düzgün değilse yarı yolda kalınır. Bu durumda hangi yolda ve nasıl gideceğimiz de yolcu olmak kadar önemlidir. “Şimdi (düşünün bakalım) yüz üstü kapanarak yürüyen mi (varılacak) yere ulaşır, yoksa doğru yolda yürüyen mi?”3
Müslüman filozof Kindi, bu durumu asıl yurtlarına doğru deniz yolculuğu yaparken bazı ihtiyaçlarını temin etmek için bir adaya uğrayan yolculara benzetir. Buna göre adada oyalanmadan yola devam edenler kazanacak, adanın güzellikleri ile meşgul olup geminin kalktığını fark edemeyenler ise kaybedecektir.4
Hadis-i Şerifte, dünyanın gelip geçici olduğu vurgulanırken aynı zamanda burada yaşanan sevincin de hüznün de bâki olmadığı hatırlatarak kibirden sakınılması ve sabredilmesi tavsiye edilmekte, dünyaya gönül bağlamamamız ve uzun emeller peşinde koşmamamız istenmektedir. Dünyaya aldanmak, bitmek bilmeyen hırs ve arzuları beraberinde getirecek ve Allah’ı unutturacaktır, Allah’ı unutanlar ise ahirette unutulacaktır.
Derler ki devrin halifesi Harun Reşid, Behlül Dâna Hazretlerine ölümün kendisine neden soğuk geldiğini sormuş ve Behlül Dâna Hazretleri ona şöyle cevap vermiş: “Buradaki evi yaptın, oradaki evi yıktın da ondandır.” Bu kıssadan hisse şudur ki ölüm korkusunun sebebi ahiret hesabına hazırlıksız oluşumuzdur. Hazırlıksız olmamız ise bir gün öleceğimiz ve hesap vereceğimiz gerçeğini değiştirmeyecektir. İnsanoğlu yaşlandıkça yaşama arzusu artacak ve dünyadan ayrılmak istemeyecektir. Hâlbuki hayırlı bir yaşam sürerek Rabbine kavuşmayı dileyenler, ölümü bir son değil bilakis ebediyete doğuş olarak görecekler ve dünyaya gereğinden fazla kıymet vermeyeceklerdir.
DÜNYA DÜNYA DEDİKLERİ…
Yaşadığımız dünyanın dinimizce kıymetini anlamak için şu ayeti okumak yeterlidir:
“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.”5
Ayette geçen “Dünya” kelimesi “Aşağı, alçak” manasına gelmektedir ki dünyanın ahirete nispetle değersiz, sahte ve fâni olduğunu ifade etmektedir. İnsan ömrü de tıpkı önce yeşeren sonra kuruyan bitkiye benzemektedir. Yaşlılara ömürlerinin nasıl geçtiğini sorsanız “Göz açıp kapayıncaya kadar.” diyeceklerdir. Ne insanlar ne medeniyetler ne acılar ne mutluluklar yaşandı da hepsi bir gün bitti ve geriye sadece ahiret kaldı. Bundan dolayı dünyayı, sadece ahirete yatırım yapmak için bir fırsat olarak görmeliyiz. Yapılan savaşların, ahlaksızlıkların, adaletsizliklerin, ırkçılığın temel sebebi dünya için yarışmaktır. On derviş bir kilime sığarken iki padişahın bir dünyaya sığamamasının sebebi de budur. Oysa Allah Teâlâ hayırda yarışmamızı istemektedir.
Zarifoğlu, dünyanın varlık amacını ne de güzel ifade etmiştir:
“Burası dünya!
Ne çok kıymetlendirdik.
Oysa bir tarla idi;
Ekip biçip gidecektik.”
CEBİNDE ÇOK OLSUN, GÖNLÜNDE YOK OLSUN
Tüm değersizliğine rağmen dünyayı tamamen reddetmemiz istenmemektedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de sadece dünyayı isteyenler kınanmış hem dünyayı hem ahireti isteyenler övülmüştür. Sorun; para, başarı, makam, mevki, şöhret vs. değildir. Sorun, bunların kalbe girmesidir. Büyüklerin bayram harçlığı verirken “Cebinde çok olsun, gönlünde yok olsun.” dedikleridir bu. Yani dünyaya gönül bağlamamak, dünya için çalışmamak demek değildir, bilakis Müslüman, işini tam yapan, vaktini boşa harcamayandır. Çünkü biz biliriz ki ahirette ömrümüzü nerede ve nasıl tükettiğimizden hesaba çekileceğiz. Allah, Müslümana bir işi bitirdiğinde başka işe koyulmasını emreder ve herkese çalışmasının karşılığını vereceğini söyler. Hz. Meryem’e onu ummadığı bir yerden rızıklandırırken bile hamile olduğu hâlde hurma yemesi için dalı sallayarak çaba[1]lamasını emretmektedir. Bunun için dünya ve ahiret dengesini sağlamalı, dünyada da nasibimizi aramalıyız.
Hayat boyu ibadet etmek, çalışmak belki bazen yorar, o zaman meşhur boksör Muhammed Ali’nin şu sözünü hatırlamalıyız: “Yorulduğun zaman dinlenmeyi öğren, bırakmayı değil.” İnsanın sürekli ilimle, amelle meşgul olması ve sıkılmaması pek mümkün değildir. Ağaçlar bile bir çiçek açar, bir yaprak döker. Dünya da hem gece vardır hem de gündüz. Bazen öyle bazen böyle…
İslâm ruhbanlık dini değildir ve itidali emretmektedir. Peygamber sürekli gece namazı kılmak, oruç tutmak ve kadınlardan uzak durmak isteyen bir grup için “Kim böyle yaparsa Benden değildir.”6 buyurarak Müslümanlara bedenlerinin ve ailelerinin haklarını vermelerini söylemiş, ibadette dâhi ölçülü olmaları gerektiğini hatırlatmıştır. Az da olsa devamlı olanın kıymetli olduğunu öğretmiştir. Bu Hadis-i Şerifi en doğru anlayan muhatabı Abdullah b. Ömer olsa gerek ki bakın ne diyor: “Akşama eriştiğinde sabahı bekleme, sabaha eriştiğinde de akşamı gözleme (İşlerini zamanında yap)! Sağlıklı iken hastalığın, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al!”7 O hâlde ölçümüz şu olmalıdır: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.”
1 Buhari, Rikâk 3, Tirmizi, Zühd 25, İbni Mâce, Zühd 3
2 Mustafa Öztürk, “Buhari’de Dünya ve Ahiret Algısı (Kitabu’r Rikâk Örneği)”, Marife Dergisi, Yaz 2012, s. 67-92
3 Mülk Suresi, 22
4 Risale fi’l Hîle li Defi’l Ahzan, s. 23-27
5 Hadid Suresi, 20
6 Buhari, Nikâh 1, Müslim, Nikâh 1, Nesai, Nikâh 4
7 Buhari, Rikâk 3, Tirmizi, Zühd 25, İbni Mâce, Zühd 3