İnsanlık tarihi boyunca belki de en çok aranan değer, “güven” olmuştur. Çarşıdan pazara, evden okula, akrabadan dostluğa her ilişkide ihtiyaç duyduğumuz en temel bağ budur. Güvenin olmadığı bir yerde sevgi tutunamaz. Kurulan bağlar yıkılır, dostluklar çözülür, aileler dağılır, toplum savrulur. İşte belki de bu nedenle insanlık hep bu izin peşinde olmuştur. Ve bir başka deyişle “el-Emîn’in” izinde…
GÜVEN LİMANI
Mekke’de insanlar arasında kabile asabiyeti, çıkar çatışmaları ve güven bunalımları yaşanırken, Fahr-i Kâinat (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her kesimden insanın güven limanı olmuştu. Nitekim Hatice (Radiyallahu Anha) annemiz, O’nun ticaretteki dürüstlüğüne hayran kalmış, O’na sermayesini teslim etmişti. O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) henüz yirmi beş yaşındayken Mekke’de sadece “el-Emîn” diye anılıyordu. Çünkü henüz risâlet tebliğ edilmemişken bile, gökyüzü onu tanır, yeryüzü ona güvenirdi.
Onun dürüstlüğü ve güvenilirliği, kendisiyle aynı ahlâkî bakış açısını ve aynı inancı paylaşmayanlarca da bilinen bir husustu. Nitekim Mekkeli tâcirlerden Kays b. Saîb Fahr-i Cihân Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) güvenirliğini ve ondan daha iyi bir ortağa rastlamadığını şu sözlerle ifade etmişti: “O ticarî bir yolculuğa çıkacağı zaman kendisine bazı işleri havale ettiğim olurdu. Seyahatten döndüğünde benim tamamen memnun kalacağım bir şekilde hesap görmeden kendi evine çekilip gitmezdi. Buna karşılık ben seyahate çıktığımda bana bir iş havale ederse, dönüşümde, herkes bana kendi işleriyle ilgili hususları sorup dururken O, bana sadece sağlık ve afiyette olup olmadığımı sorardı.”[1]
ZORLUKTA DA “EMÎN”
Âlemlere Rahmet Kutlu Elçi’nin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) el-Emîn’liği yalnızca ticarette veya dostlukta değil, en zor zamanlarda bile kendisini gösterirdi. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri hicret esnasında yaşandı. Medine’ye gideceği gece, müşrikler evini kuşatmış, canına kastetmek için pusuda bekliyordu. Fakat O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), yalnızca kendi canını değil, kendisine emanet edilmiş malları da düşünüyordu. O gün onu öldürmeye gelenler bile en kıymetli eşyalarını ona teslim etmişti; çünkü biliyorlardı ki, “Muhammedü’l-Emîn” emanete asla ihanet etmezdi. O gece Ali’yi (Radiyallahu Anh) kendi yatağına yatırdı, yola koyulmadan önce emaneti sahiplerine ulaştırması için ona malları tek tek teslim etti. Hayatı pahasına bile olsa, başkasının hakkını korumak, O’nun için vazgeçilmezdi. Böylece hicret yolculuğu, yalnızca bir göç değil, emanetin korunması uğruna gecikmiş bir vedâ oldu.
İMAN İLE EMÂN
Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şahıslara, şahısların mallarına ihanet etmediği gibi kamu malına da ihanet etmemişti. Nitekim Huneyn Savaşı’ndan sonra ganimetlerin toplandığı yerde durmuş ve eline devesinin hörgücünden bir tüy olarak şunları söylemişti: “İnsanlar! Benim sizin ganimetinizde gözüm yoktur. Hatta şu tüyde bile.”[2]
el-Emîn Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), iman ile güvenilir bir kimse olma arasında sıkı bir bağ bulunduğunu bildirmiş ve sahabîlere daima güvenilir olmayı telkin etmişti. O’nun bu hususla ilgili söylediği bir sözü şöyleydi: “Kişinin kalbinde iman ve küfür bir arada bulunmaz. Güvenilirlik ve hainlik de bir arada bulunmaz.”[3]
BUGÜNE DÜŞEN İZLER
O’nun hayatındaki bu sahneler, yalnızca Siyer kitaplarında okunacak tarih sayfaları değildir. Bunlar, üzerinden asırlar geçse de, bugün hâlâ ruhumuzu besleyen birer hakikat pınarıdır. Çünkü güven, insan ilişkilerinin görünmez harcıdır; o dökülürse, duvar ayakta durmaz. Eşler arasında sevgi, dostlar arasında vefa, komşular arasında selâmlaşma… Hepsi, güvenin üzerine kurulu bir köprü gibidir. Ve biz bu köprüden her geçtiğimizde, “el-Emîn’in” izine basar, o izden belirtiler taşırız.
“el-Emîn’in” izinden yürümek, sadece yalan söylememek değildir. Kırılan kalpleri onarmak, verilen sözleri tutmak, emanete ihanet etmemek, adaletin terazisini şaşırmamaktır. O iz, çarşı-pazardaki malı doğru tartmak, öğrencinin kâğıdına hakkaniyetle not vermek, dostun sırrını mezara kadar götürmektir.
Ve en önemlisi de her birimizin, kendi küçük dünyamızda “emîn kişi” olabildiğimiz zaman tarihin sadece geçmişte kalmayacağını, Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ahlâkının bugünde de yaşayacağını kabul etmesidir.
Ve yine belki de en büyük şeref, adımız anıldığında insanların içlerinden “Onun sözü senettir. Onun yanında gönlüm emîndir.” cümlesini geçirmesidir. el-Hakk, “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sedâ” idir.
[1] Hüseyin Algül – Rıza Savaş (ed.), İslâm Tarihi ve Medeniyeti: Hz. Peygamber Dönemi (İstanbul: Siyer Yayınları, 2021), 1/190.
[2] İbn Mâce, II, 950-951. Algül – Savaş, İslâm Tarihi ve Medeniyeti: Hz. Peygamber Dönemi, 1/600.
[3] İbn Hanbel, II, 349.