Herkesin bir Taif’i vardır hayatta. Sevdiklerini kaybetmenin verdiği bir acının kucağındayken yakınları tarafından taşlandığı, desteksiz bırakıldığı, terkedildiği, kalbinde “Beni kime bıraktın?” sorusunu sorduran bir Taif, mutlaka vardır. Bu Taif, bir ağaç altında ellerini Rabbi Rahim’e uzatıp, gözyaşlarıyla merhamet tohumlarını o topraklara eken Nebî’nin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Taif’inden izler taşıdığı kadar mübarek, ona benzediği kadar anlamlıdır bizler için de…
HÜZÜN BİZİM TOPRAĞIMIZ
Nübüvvetin onuncu yılında, müşriklerin Müslümanlara uyguladığı boykotu kaldırmalarından yaklaşık dokuz ay kadar sonra, Allah Resulü’nü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kavmine karşı koruyan, O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yönelik fiilî saldırıları engelleyen amcası Ebu Tâlib vefat etti. Ardından üç gün ara ile Fahr-i Kâinat Efendimiz’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her hâl ve şartta destekleyen, peygamberliğini yüce bir gönülle kabullenen, risâlet davasını hiçbir şüphe duymadan kucaklayan ilk kadın, Hatice (Radıyallahu Anha) annemiz ahirete irtihal etti. Nebîler Sultanı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine en büyük desteği veren bu iki yakınının vefatına, son derece üzüldü. Öyle ki bu yıla “hüzün yılı” denildi. Bu yıldan sonra hüzün, gözyaşıyla suladığımız kalp toprağımız oldu.
ÇEKİLECEK ÇİLELER VE GİDİLECEK YOLLAR
Nebî’yi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) toplumsal bir statü ile koruyan Ebu Tâlib’in ardından müşrikler eziyetlerini arttırdı. Öyle ki müşrikler, Ebu Tâlib yaşarken yapamadıklarını, Ebu Tâlib’in vefatının ardından daha ağır ve dayanılmaz bir şekilde yapmaya başladılar. Kâh Beytullah’ta namaz kılarken üzerine pislikler bıraktılar, Allah Resulü’nü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) boğmaya çalıştılar; kâh başına toprak saçtılar. En nihayetinde O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tüm bunlara sabretti ve bu hâlini gören kızını “Ağlama kızım! Şüphesiz ki Allah babanı korur.” diyerek teselli etti. Ancak gün geçtikçe şiddetlenen bu atmosferde, İslâm’a davet çalışmaları yavaşladı. Ve en sonunda gidilecek yollar göründü. Fahr-i Âlem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Taif’te yaşayan Benî Sakîf kabilesinin İslâm’a gireceğini veya kendisine yardımcı olacaklarını umduğu dayılarının yanına gitmek üzere yola koyuldu.
ACI İÇİNDE ACI
Resulullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), henüz yüreğinde eşinin ve amcasının acısıyla doluyken Taif’e vardı. İslâm’ı anlatmak için çalmadık kapı, girmedik ev bırakmadı. Ancak müşriklerinden hiçbiri İslâm’ı kabul etmedi. Kabul etmedikleri yetmezmiş gibi Fahr-i Kâinat Efendimiz’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) alaya aldılar, kovdular. İnsanlığın en kıymetlisini, insanların en zelilleriyle incittiler. Müşrikler, ayak takımlarını toplayarak Allah Resulü’nü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Taif’in dışına kadar taşlatarak kovdular. Uğruna canlar feda Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve bu yolcuğunda ona refakât eden güzide ashabından Zeyd b. Hârise (Radıyallahu Anh) kan revan içinde kaldı. Acı içinde acı yaşayan Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisini zar zor bir ağacın altına attı.
AĞAÇLAR DA ŞAHİT
O güne, ağaçlar da şahitti. Uhud’dan daha zor o Taif gününe… Bir defasında Aişe (Radıyallahu Anha) Annemiz “Ya Resulallah! Uhud’da karşılaştığından daha şiddetli bir günle karşılaştın mı?” diye sormuştu da Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bugünü anlatmıştı çünkü. Yer şahitti olanlara ve mahzundu. Gök şahitti ve mahzun… Merhamet menbaı Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu şahitlikle iki rekât namaz kıldı ve şu duayı yaptı:
“Allah’ım! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü, ancak Sana arz ve şikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin. Sensin Rabbim, benim. Beni kime bıraktın? Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hâkim olacak düşmana mı? Allah’ım! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Allah’ım! Gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilâhî nuruna sığınırım. Rızanı dilerim. Sana iltica ederim. Bütün kuvvet, her kudret ancak Senden’dir.”
BİR ÇİÇEKLE BAHAR
O gün, Cebrail (Aleyhisselam) yanında dağlardan sorumlu melekle Allah Teâlâ’dan izin alarak Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına koştu: “Ya Resulallah! Emir buyur, bu kavmi helâk edelim!” dediler. O merhamet Peygamberi, karşılaştığı bu kötü muamele karşısında bile beddua etmeyip ellerini Rabbi Rahim’ine açarak: “İlâhî! Sen kavmime hidayet ver; onlar bilmiyorlar.” diye niyazda bulundu ve ona destek için gelen meleklere “Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin sulbünden, Allah Teâlâ’ya hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır.” diyerek cevap verdi.
Yolculuk sırasında sığınmış oldukları bir bahçenin kölesi elinde bir hurma tabakla çıkageldi. Hurmaları Besmele çekerek yiyen Peygamberimiz’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) görünce, kendisinin Ninovalı bir Hristiyan olduğunu dile getirdi. Bu köle, Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o zor şartlarında tebliğine muhatap olup, İslâm’ı kabul ederek, büyük bir bahtiyarlığa erişti. İsmi Addas (Radıyallahu Anh) olan bu kimse, Taif’in zorlu şartlarında açan bir çiçek oldu. Bir baharla çiçek olmazdı, evet; ama her bahar bir çiçekle başlardı.
BANA KİM İNANIR?
Onu taşlamak bedbahtlığına uğrayan insanlara karşı ümitvâr davranıp, selametleri için duada bulunan O Kutlu Elçi’nin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) elleri boş çevrilmedi. Taif halkı, bir zaman sonra kendi istekleriyle gelip Müslüman oldu. Risâletin ilk dönemlerinde “Bana kim inanır ey Hatice?” diyen Nebîler Sultanı’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) inanmayan kalmadı.
O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Taif’i hüznün içinde umudu, yokluğun içinde varlığı, ye’sin zirvesinde ümidi kuşanmanın adı oldu. O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Taif’i, insanlığın inim inim inlediği yirmi birinci yüzyıl insanına “İyi ki seni tanıdık ya Resulallah! Seni tanımasaydık vallahi insanlığa küserdik!” dedirtti. İyi ki seni tanıdık Ya Resulallah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) …